19 Ocak 2018 Cuma

Requiem


İlhan Berk - Requiem

Şiirin ve dilin sıfır noktasına bir serüven: Bir mozaik.

“Ve Yukarısı Nuh Resul’ün işlerinin iyi gitmediğini görüyor ama susuyordu.

Dağlar, taşlar da susuyorlardı, en başta da su susuyordu.

Susuyordu yeryüzü: Bir bildikleri varmış gibi her şey susuyordu.

Nuh güzel adamdı.

Bir kitaplık ağaç adı bilirdi.

Belli ki düşünüyordu.

Neden sonra sessizliği bozdu Yukarısı: İlkin su birikintilerini çağırdı, sonra nehirleri, ırmakları, denizleri sonra. Gündüzü, geceyi sonra. Ve yaz ve kış günlerini, karanlığı, aydınlığı ve yerinden bir türlü kımıldamayan güneşi, ayı. Yolları, evleri sonra, sonra ev içerini, balkonları, pencereleri, kapıları, avluya düşen gölgeyi, yerini durmadan değiştiren bir bulutu, hayvanları, atı, eşeği çağırdı; kuşları asıl da, başta da serçeyi (serçeyi severdi Yukarısı), kargayı, tavusu, çit kuşunu ve filleri, aslanları ve sürüne sürüne gelen yaralı bir yılanı, gözünün birinde tavukkarası olan sansarı ve hepsine birden hazır olun! dedi. Döndü Nuh’a söyleyeceklerini de söyledi ve çekildi. Nuh söylenenleri dinledi gemisinin başına geçti.

7 kişiydiler.

8 kişiydiler.

10 kişiydiler.

13 idiler.

80 idiler.

Nuh gemiye bindiğinde altı yüz yaşındaydı (bundan sonra üç yüz elli yıl yaşadı). Çocukken Nuh çocukluğunu sevdi. Sonra hiçbir şeyi sevmedi (kuşlar hariç); yalnız ağaçları bir de bir de horoz dövüşlerini bir de karısının yanağının benini bir de uyurken çocukları bir de akşamüstlerini bir de coğrafyayı bir de geçmiş zamanı bir de üçgeni koniyi bir de derin sarıyı bir de demir ile bakırı bir de yalnızlığı bir de sevap günah hanesini elmayı bir de.

Nuh gemisini vahiyle yüz yılda yaptı. Gemiyi üç katlı yaptı. Bu dağında yaptı. Üçüncü katı Nuh çığlık çığlığa bekleyen kuşlara verdi. Birinci katı yırtıcı hayvanlara ayırdı (yırtınıp dursunlar diye), kendilerine de orta katı. Gemiye en zor eşek alındı. Şeytan yanında olsa da gir! diye bağırdı Nuh. Şeytan güvertedeydi, oturduğu yerden bakıyordu. Bütün bekleyenleri aldı Nuh. Nuh bir gemici gibi gemiyi bilirdi, avucunun içi gibi de rüzgârları. Ama nereye gideceğini bilmiyordu; yalnız dünyanın sonun geldiğini, onu biliyordu.

Ve vakit oldu ki toprağı yüzü üzerinde sular çoğalmaya başladı. Sular dağların tepelerine çıkıyordu ama su o bildiğimiz su değildi ve yüzü de o yüz değildi, huyu da o huy değildi, alevdi, ateşti ve yeri yerinden oynatıyor ve her şeyi de kırıp geçiriyor, deli danalar gibi de başını her yere vuruyordu ve suyu tanıyamıyordu Nuh, kimse de tanıyamıyor, bağırıyor, naralar atıyor, naraydı sanki ve yeryüzü de görünmüyordu; bir yerlere çekilmiş sığınmış o da herkes gibi bakıyordu ve bir ses “tufan!” diyordu durmadan ve gemiyi de oradan oraya atıyordu, dalgalar da durmak bilmiyor ve Nuh ki dünyayı biliyordu, dünya bu değildi, gökyüzü de (tırnak içine alıp baktığı) gökyüzü de bu değildi. Ve sözcükler (o deli fişekler) yerlerinden oynatıldığı için serseri kurşunlar gibi havada dolaşıyorlar, ele gelmiyorlardı.

Ve vakit oldu ki kırk gün kırk gece ölümle gitti geldi Nuh ve bir gün, bir sabah kendini Cudi Dağı’nın tepesinde buldu. Cudi Dağı’nı Nuh hep merak etmişti ve defterinde görmek istediği dağlar içinde ilk sıraya alıyordu ama hiçbir şey görünmüyordu. Yeryüzünü ara da bul.

Kargaları severdi Nuh. Kargalardan birini saldı kara görünüyor mu diye, karga gitti dönmedi (kargalar kendilerini insana yakın bulmazlardı Nuh bunu bilmiyordu). Güvercini saldı sonra, Hızır divanından ferman geldi, sular kesildi, denizler serbesttir dedi güvercin. Nuh inanmadı, istediğin yere git lakin bizi hatırdan çıkarma dedi (işte onu gördüğünde böyle dedi).

Kalktı sonra geminin odalarını gezdi.

Her şey derin uykudaydı.

Gitti karısının yanına uzandı.

Karısı bal gözlüydü, sise bulanmış bir dişiydi.

Uzandı kaldı.

Kalır hâlâ.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Kitap Önerisi

Aylak Adam - Yusuf Atılgan Her şeye ‘’karşı’’ duran, ‘’karşı’’ çıkan, ‘’karşı’’ olan bir adam… Aylak Adam… Bir adı bile yok. ‘’C...